Ay'ın Karanlık Yüzündekiler.

16 Aralık 2010 Perşembe

Rains.


Hepimiz Tanrı'nın tükürüğüyüz.

Hepimiz.

1 Aralık 2010 Çarşamba

*Ravens.


"Kuzgunlar!" diye bağırdı,göğümün en yükseğinde.
Korkarak eğdim kalbimi.Kirpiklerimi kaldırdığımda,bulutların arasından yağmur gibi akıyordu kuzgunlar.
Simsiyah göğün altında,simsiyah öpücükler içerisinde sevişiyordu bedenim adını bile bilmediğim bir cesetle.
O gülüyordu."Kuzgunlar!" diyordu..Ben kaçıyordum,çimenler yemyeşil,ayak uçlarıma takılıyordu.Ben kaçtıkça o peşimize sürüyordu tarlaları,kuzgunlar sarıyordu,deliyordu gözyaşlarımızı.
Alev alıyordu binlerce gece karası kanat.Binlerce ağıtla beraber yere düşüyorlardı,
Binlerce çığlıkla içimde boğuluyorlardı sonra.

Nefesim kuzgun çığlıkları.Ciğerlerime kadar kanla dolmuş bir geçmişi tükürüyordum "O" ise gözlerinde kainat dolusu umut, taşıyamayacağım mutlulukla bakıyordu bana.

Düştüğüm yerden bir kar tanesi süzüldü,bir parça kanat çalındı,bir dalga kıyıma vurdu,bir kaya ufalandı kumsal oldu.İçim yığıldı,ellerine aktı.

" 0 " Bir kuzgun yavrusuyla çıkageldi avuçlarımın içine,
Gülümsüyordu hala ve ben ben hala korkuyordum.Ellerimden tuttu,ruhuna çekti.
Gökyüzü açılıyor,kuzgunlar çoğalıyor,yağmur sonrası güneşi gülüşüne çalıyordu.
Boyuyordu her yeri en parlak maviye,parmak izleriyle.Aşkım,nefretim,korkum,gözyaşım hepsi sızıverdi kurumuş yeryüzünün derinliklerine..
Bir anda yüzlerce korkuluk fışkırdı toprağın bedeninden,kuzgunlar korkuluk korkuluklar gece kanatlı oldu..
"O" eğildi kulağıma ve dünyanın en yırtıcı sesiyle dokundu saçlarıma..

"Artık uyanmalısın.."

24 Kasım 2010 Çarşamba

Gece Yağmuru..


Benim ellerimde dikenler vardı..

"Boğazımdan aşağı süzülüyor acılarım." dedi o, sigarasının dumanını dudaklarına doldururken.
"Hani ruh dolusu ağlamak istersin ya,hani bağıra bağıra,yırtarcasına ciğerlerini -kanatırcasına kalbini..Sevgilim,canım yanıyor,İç organlarımı söküp ellerine vermek istiyorum.."

Bu onu son görüşüm oldu.

Kara bir geceydi,uçsuz bucaksız yağmur iniyordu dudaklarıma.Sisin,ıslağın,yalanın içinde yitirdim o'nu. Karanlıkta gördüğüm son kirpiklerin sahibiydi. Gittikçe uzaklaşan ayak seslerinden tanıdım, Ne zaman bedenimden bir ayak izi geçse durup dinledim, her adımda,her birinde sesin sahibini " o " sandım. Tadını aldığım yağmur çürüktü, dökülmüş dokunuşlar ve yırtık,sigaralı seslerdi yalnızca duyduklarım. Oysa o zehirli bir sarmaşık gibi yaşardı ormanımın kuytularında. Sesi toprak,elleri gökyüzü,gözleri iki karanlık kuyuydu kenarlarında koşmaktan yorulduğum.İçine girdiğim küçük bir dünyaydı ruhu.Zehirlerini öptürürken hücrelerime,beraber ağlardı benimle.
Kıpkırmızı.

Bu onu son görüşüm olmuştu.

Zaman akardı etrafımızda,bizi çözemezdi,biz birbirimize çözülürdük her acıyışta.
Birbirini öldüren iki beden,iki yağmur damlası,iki gökyüzü parçasıydık biz.
Yaralarına tutunur çıkarırdım dikenlerini gözlerinden.Kanarken "seni seviyorum" derdi.

Bu onu son görüşüm olmuştu.

Tükettiği izmaritlerini kalbime gömerdim.Dumanını içime çekerdim ciğerlerine değen benliğine doyabilmek için.Sonsuz bir susuzluk,sonsuz bir ateş yanardı ruhumun bir köşesinde.Düşüncelerimi yakardım onu ısıtabilmek için.Sarardım zihnime hislerimi,beraber aynı toprağa koyardık topuklarımızı,ellerimizin üzerinde umutlarımız,karanlıklar uzaktaydı,ah sevgilim,ne çabuk gelip alıverdiler acılarını..

" Gitmelisin " dedim dikenlerimi batırırken dudaklarının dibine. "Gitmelisin bebeğim,yolun benim çok uzağımda,aşkların benim kıyıma vurmuyor artık,kaç git kurtar kendini gözlerimden."

Dudaklarından kan sıza sıza,toprağa damlaya damlaya,yağmurlara karışa karışa,ardında ayak izlerini dahi bırakmadan kayboldu "o" kara geceye..

Bu onu son görüşüm..
Bu onu son görüşüm oldu..

17 Kasım 2010 Çarşamba

Deli Düşü.

Gece çöktü beynime. Karanlık aydınlatıyor zihnimi. Sana dökülmüş harfleri topluyorum gecenin ağından. Ellerim yanıyor. Düşüm bulanıyor, ışığım kararıyor, senin için yattığım kabuslar dökülüyor.Biriktirdiğim izler siliniyor, ardımda bıraktığım zincirler tenime geçiyor, adının toplamı dağıtıyor benliğimi..

Bilemezdin,
"Sen" gelince cümlemin ağırlığına,
anlamları topluyorum ölü deniz kabuklarının seslerinden, adını fısıldayanları iç denizime gömüyorum, bir yığın kabuk sarıyor kanımı,duvarlarım aşılmaz oluyor,zayıf noktası fısıltıların,sakın konuşma! kırma gizlerimi,gözbebeklerinin ucundayım düşürme bedenimi.Sakın konuşma,düğümlenmiş sözlerim düşüyor,ayaklarım birbirine dolanıyor - düşüyorum.Çelmelerini kaldır boğazımdan, nefes alabilmek istiyorum.

Boşluğa takılı bir yığın yaşanmışlık çarpıyor ayaklarımın ucuna.Sigarama tutuşuyorsun.
Yanıyorsun belki, söylesene,canın acıyabiliyor mu senin de?
Nefesimi üflüyorum cansız bebeklere,seni yaşatabilecek bir çok şey dikiyorum toprağımın köklerine,hayat buldukça sen - ben kuruyorum. Oyuncaklarımı kırıp sana adıyorum her parçamın gözyaşını.Söylesene..

*Ağlayabiliyor musun sen de?

28 Ekim 2010 Perşembe

36 numara.


Özür dilerim,en izinsiz bakışında gözlerimi kapatıp zihninin derinliklerine dalacağım.Su içer gibi içime dolduracağım tüm geceyi,dokunacağım etine arınırken damarlarının içinde.

Şimdi,Böldüğün ruhuna bir dudak aralığındayım,öpeceğim seni kaosundan,dumanlayacağım ciğerlerini,sen susarken çığlığında ben kıpkırmızı bir ruj iziyle bıçaklayacağım şah damarını.
daha çok öldüreceğim,
geleme diye.

bilmiyor musun?

İki ruh kırığından bir bütün yaratamazsın bebeğim.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Kadın*sa Diyor ki :

Korku,karanlığın kalbinden gelir.
Ne olduğunu bilemiyorum,birşey var ama beynimin ulaşamayacağı kadar derinde.Dokunsam bedenime sızacak.Bıraksam ruhumu çürütecek.Arada kalmanın can çekiştirici kızıllığı gözlerimin içinde.Canımın yanmasından korkmamam lazım artık.Canımın yanmasına alışmam lazım.
Her getirinin birde benden kopardığı ruh götürülüleri var.
Her sonda yeni bir ruh kaybına başlıyorum günden güne.
Ya da her sonun getireceği yeni başlangıçlara hazırlamaya çalışıyorum kalbimin boş damarlarını.Kan pompalamaktan öte boş kalan gözlerimi doldurmaya yarıyor artık kalbim.Odalarını dağladım.Yaktım.Parçaladım.,Bir giren bir daha çıkamıyor.Her gireni öldürdüğüm yer odası.Benim mezbaham kalbim.Kan görmeye,her yeni güne bir cenaze taşımaya alışık artık.
Kimse bunun farkına varamadı şimdiye kadar.Unutmak benim için öldürmektir.
Şimdi hepiniz ölün.

Paulo Coelho demiş ki..Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum ve Ağladım..

"Efsaneye göre bu ırmağın sularına düşen herşey,yapraklar,böcekler,kuş tüyleri,bunların hepsi ırmağın yatağında taşa dönüşürmüş.ah!yüreğimi bağrımdan söküp,akıp giden sulara atabilmek için neler vermezdim...hiç acım kalmazdı o zaman,hiç pişmanlık kalmazdı içimde,anılarım olmazdı hiç.
piedra ırmağı'nın kıyısında oturdum ve ağladım.kışın soğuğu,yüzümdeki yaşları hissettirdi bana ve bu yaşlar,önümden akıp giden donmuş sulara karıştı.bu ırmak bir yerlerde bir başka ırmağa kavuşuyor,sonra bir başkasına ve bütün bu sular,gözlerimden ve gönlümden çok uzaklarda,sonunda denize kavuşuncaya kadar böyle akıp gidiyor.
gözyaşlarım böylece akıp gitsin ve aşkım,bir gün onun için ağladığımı hiç bilmesin.çok uzaklara aksın gözyaşlarım ve ben,denizi,nostaljiyi,birlikte yürüdüğümüz yolları unutayım.
yolları unutacağım,dağları ve düşlerimin tarlalarını,o düşler ki benim düşlerimdi ve ben bunun bilincinde değildim.
o büyülü anı anımsıyorum,o andan başlayarak bir 'evet'in ya da bir 'hayır'ın varlığımızı tümüyle değiştirebileceği o anı.çok gerilerde kalmış gibi geliyor bana,oysa aşkımı buluşumdan,ardından da onu yitirişimden bu yana ancak üç hafta geçti.
piedra ırmağı'nın kıyısında yazdım bu öyküyü.ellerim donmuştu,bükülmüş bacaklarım giderek ağırlaşıyordu,ve her an soluklanmam gerekiyordu yazarken.
''yalnızca içinde bulunduğun anı yaşamaya çalış.eskiyi anımsamak,bizden daha yaşlılara özgüdür.''diyordu sevdiğim adam bana.
aşk belki de vaktinden önce yaşlandırıyor bizi;sonra gençlik uçup gittiğinde yeniden gençleşmemizi sağlıyor.ama o anıları unutmaya olanak var mı?işte bu yüzden yazıyorum ben,hüznü hasrete dönüştürmek,yalnızlığı anılara dönüştürmek için.bu öyküyü bitirdiğimde,kaldırıp piedra ırmağı'na atabilmek için-böyle demişti beni ağırlayan kadın.o ermiş kadının ağzından söylersem,ateşin yazdığını böylelikle sular söndürebilirdi.
bütün aşk öyküleri birbirine benzer."

10 Ekim 2010 Pazar

Kadın.


Kadın vardı,hep olanlardan,caddenin hep sağından yürüyüp insanların kırıklıklarını kolesiyon yapanlardan.Farksız,hissiz ya da olabildiğince boğulmuş dokunduklarından..
Ne zaman yağmur yağsa canlanacağına kökleri,daha çok çürürdü.Gökyüzü sanki cehennem,gökyüzü sanki yangın,gökyüzü sanki bir çocuğun kini - demir parmaklıklar ardından bakan.Kadın işte,gene alevlere sardı bedenini..Kaçamazdı ki,bile bile alevlerin ortasında gökyüzüne kaldırdı dallarını,erirdi,yanardı,acırdı.Yandıkça kül olamaz,çürürdü yalnızca bedeni.Kuruttuğu iç denizi yağardı sanki,boğardı kendini iç sellerinde,ellerini toprağa çivilemiş,yanıklarından beden biçmiş,dudaklarını kalbine dikmiş susarak ölürdü.Susarak ölürdü kadın,bedeni toprağına yabancılaşırken,bakışları ölürdü,alevler ölürdü,onun sandığı ruhu dalgalanır topraktan fışkırırdı kankırmızı.
Denizler,okyanuslar çekilir,tuz olur,içine dolardı..

Boğulurdu kadın,bir kez daha,hep kez daha,sonsuz kez defa.
Bakışları birbirine düğümlenmiş bir dünya insanın arasından geçip giderdi,geçip giderlerdi insanlar kadını görmeden,bakışlarına dokunmadan,kanamasını durdurmadan.
Kanardı kadın,litrelerce acı dökülürdü bileklerinden.Toprağın tadını çekerdi içine,dilinin ucunu doyururdu acıya,bedenini doyururdu yalnızlığa.
Kimse onun kim olduğunu bilmezdi,kimse göremezdi dallarının kırılganlığını.
Yürüdüğü yollarda ardında ekmek kırıntıları bırakırdı biri gelir diye belki,ama kimse gitmezdi tek başına sekerek yaşlarından yol çizerek yürürdü kadın.İçini doldurduğu yabancı görünmez oluverirdi,çırılçıplak kalırdı kadın,üşürdü yalnızlığından..

24 Eylül 2010 Cuma

Sonrası.

Bazıları gitmektir.
Bazıları beklemek.
Gidenler değişir,bekleyenler değişir.

peki ya özlenenler?

10 Eylül 2010 Cuma

Oyuncak.

Kimsenin sana inanmadığı bi yerde yaşamak zorunda bırakılıyorsan,tanrıyla aranı bozarsın.Bir gün önce huzur kuyusuna daldığın vücut sana inanmadığını söylediğinde ise inancından olursun.

Kullanılmış hissedersin,sözcüklerinin kirlendiğini,teninin sana ihanet ettiğini duyumsarsın.Tarifsiz bir öfke kopup gelir beyninin derinliklerinden.Bir şey diyememenin acısı dilini ısırır.İnsanların gözlerine deli damgası yapıştırdığındaki gibi eli kolu bağlı bir yalnızlık çığlığı çıkarır kara kutun kalbinin derinliklerinden.

alt tarafı delisindir,alt tarafı 3 yaşında bir çocuğun avuçları içinde parçalanacak oyuncak bir ayısındır..

8 Eylül 2010 Çarşamba

Hands.

Çok yoruldum.
Birileriyle hücrelerimi,kalbimi,ruhumu,acılarımı değiştirmem mümkün mü acaba?
Kim kabul eder ki beni.Ya da ben alışabilirmiyim yeni acılara sanki hiç görmemişim gibi?
Tanrım.
Sana güvenmek için elimden geleni yapmıştım.Gene sırtını döndün,yıllar önceki gibi.
Gerçekten hoşçakal,şimdi gerçekten hoşçakal.

17 Ağustos 2010 Salı

Down In A Hole *


Çıkmak için bir ömür harcadığım kuyunun duvarları tırnaklarımı kemiriyor.Beynimde Layne'in sesi - Down in a Hole diyor - Losing My Soul.
Yazıp yazıp sildiğim bir kaç dil sürçmesinden ibaret yaşadığım.Hayatıma soru sormayı da bıraktım hem.Sen olsaydın sorardın.Sonra hiçbirşey olmamış gibi tüm yokluğunu üzerime yıkıp o koskoca ama içi bomboş hayatının ağlarına atardın kendini.Hep derim,çırpındığında seni çıkaracak bir demir kanca bulabildiysen şanslısın demektir.Ben kendi etimi kullanırım böyle durumlarda.Kanarım.Kanadıkça daha çok alışırım varlığına ya da yokluğuna.Günahkar olan benim çünkü.
Bir ceset daha akıyor ellerimden toprağa.Bu sefer ölü olan ben değilim - sensin.
Sevdiğini bildiğim bir kumsala gömüyorum seni içimde.Kumlar aktıkça uzaklaşan anılar bütününden boğuluyorum.Yalnızca aşağılanmayı susarak karşılayan bir ruhun son ağıtı duyuluyor koskocaman boşlukta,senin için.Diğerlerinin yanında yerin hazır.Kalbimin son damarını da senin için düğümledim.Artık kimse geçemez ruhumun içerisinden..
Ben kimseye göreyim.Kimsenin ruhuna dikilmemiş ruhum.Kendime bile ait olamam ki ben.
İyi değilim hem hiçbirşeyde.Yazdıklarım ziftten çıkma,beynimde kuruttuğum hastalıkların dışa dökümü,içimse yıkık dökük pastel boya kokusu.
Daha ellerim kalem tutmazken parmaklarımla kazdığım mezarlara yeni kurbanlar düşürüyorum her gün.Özür dilerim.Ama sen de dilemelisin..
Biz sevdiklerimizin ölmesini isteyenlerdeniz çünkü.
Biz sevdiklerimiz hep bize aynı olsun isteriz.Aynı bakışlarını kullansın isteriz.Aynı dokunuşlarını damgalasın isteriz hücrelerimize.Birbirimizin paketlerini harcayıp yaldızlı boyalarımızı kazırız içimizdeki yaratıkla yüzleşmek için.Şekeri dudakları boyayıp ağızda kurt tadı bırakan yarısı yenmiş elma gibi atılırız bir çöp kutusunun derinine.Elmadan kurtulmak isterken,tadı ağzımızdan hiç gitmesin isteriz.
Aslında bunların hepsi yalan.Ah Layne,Hiçbirine ihtiyacım yok artık.Bir tanesini bile istemiyorum hayatımın bir parçasında.Karalarım denize paralel değil artık.İçimde muson yağmurları var.Çölleşmemek için büyütüyorum içimdeki denizleri.Coğrafyam iyi de olmamıştır Layne.Sen söyle,Ben nereye aidim,hangi evrene hangi kıtaya hangi şehire?
Söyle bana..Neden evimden çok uzakta hissediyorum kendimi Layne?
İstiyorum ki,sadece huzur aksın tıkanmış damarlarımda.Sadece derin bir uyuşukluk olsun akan kanımda.Sadece uçmak istiyorum.
Gerçek hayat,artık seni istemiyorum.
Ben yalnızca tek başıma olmak istiyorum Layne,bir de uçmak.
Boşluğun dibine düşerken,sadece kendi kanatlarım olsun istiyorum..
Bir de senin sesin..

7 Ağustos 2010 Cumartesi

High & Dry


Bu kadar boşlukta olacağımı bilseydim bir kaç balon getirirdim yanımda,eğlencelik.Bilemezdim ki.
Uçarken yerin sertliğini beynimin duvarlarında hissediyorum.Ne zaman bitecek?
Her yer rengarenk sanki,göz bebeklerimin önünde kayıp giden bir dünya var şimdi,kaç tane eskittim bundan bilmiyorum bebek.İçimdeki düğümlerden öte bi isme sahip değilim artık.Yükseldikçe daha çok hiçkimseyim.Kimseye duyduğum bir özlemim sadece..
Elmaların içindeki kurtları görebiliyorum Eve.Sen bunu yapmak istememiştin.Bu kadar ağır olmak zorunda değildi belki bedeli.Seni affediyorum bu gece..
Gün ışığı retinamdan içime sızıyor içim koskocaman bir gece,güneşe dair bir izim yok artık.Parmak uçlarımda dilimin kesikliği,ağzımda dokunuşlar.Beyaz çizgiyi çoktan geçtim bile..

17 Haziran 2010 Perşembe

Ölü Evler.


Bir yağma yaşandı..Bana ödünç verdiğin eller toprağa karıştı bir damla yağmurun bir göz odasında.Ölü evler sevgilim,bizi tutsak eden ölü evlerdi ve ölü evlerdi bu gözlerinde gördüğüm..Yağmaladın pencerelerini bu gece,bir balta aldın eline ve kanattın etten duvarlarımızı,gözyaşlarından duvarlarım yıkıldı,dağıldı ayaklarının dibinde,yok oldum,kayboldum,sildim zihnimi,geçmişimi,anatomisi sen olmuş evrenimi..Korku içindeki rüyalarımın başrol oyuncusu oldun,ben o gece,bu gece ve daha çok gecelerce göreceğim içimizde tekrar tekrar boğduğun ölü bebekleri..Ölüydü o ev sevgilim,ölüydü,ve sen bir kere daha tutsak ettin bizi,kelepçeledin kan damarlarımıza,sana,bana,dudaklarının kıvrılışına,başkasının mühürü olmuş parmaklarına,izlerine,kapıldığım -her değdiğinde canımı yakan rüzgarına,en çok en çok ta iki fahişenin bedenine tutsak ettin bizi sen.Çıkış yok ve dönüşü asla olmayacak,çıkmaz sokakları aydınlatan iki sokak lambası gibiyiz biz seninle,yalnızca yalnızlığı aydınlatacak kör ışığımız,yalnızca birbirimize sunacak acılarımız..
Bizi sen öldürdün sevgilim,
Birbirimizden azad olmaya çalışırken,sen aldın,bir evin ortasında sonsuza hapsettin bizi.
Ellerin,ihanet çemberinden geçmiş paramparça ellerimde,
Ölü evler görüyorum sevgilim..Ölü evler gözlerinde..

6 Nisan 2010 Salı

Oz Büyücüsü*

Gökyüzünden saçların sarktı bugün elimi tutmak için.Karanlıktan çıkışımı kutlamak isterdim seninle ancak gözlerim öylesine yanıyordu ki ve öylesine buharlaşıyordu ki ellerim tutamıyordum saçlarında dolaşan ışığın izlerini.Umarım dedim kendime,umuyorum ve sadece ruhumu ekip biçiyorum umduklarımın arasında.Hatırlarsın belki,çok uzak değil,Sırtıma tırnaklarımı saplayıp çıkarmıştım kendimi gittiğim yoldan,arkama baktığımda yalnızca yüzüm ıslanıyordu bahşettiğin gözyaşlarından.Canımı yakan gözyaşların artık yalnızca huzur veriyordu ve yaşantılar ıslanırken,yalnızca bir gülümseyiş bırakmak kalıyordu bana ayak izlerinin ardından , çünkü sen adı bilinmeyen - kim olduğunu bilmediğim adam - sen bir kedinin gözbebeklerine mühürlemiştin dudaklarının değdiği bedenleri,ve sen vurdukça körelmişti tırnakları yalnızca,yalnızca bir kedinin gözbebeklerini çalabilmiştin.Yağmur damlaları terkedip gittiğinde beni umacak bir yolum yoktu artık.Emekleyip ayağa kalkmam öylesine acılı olmuştu ki Rüzgar vurdukça ellerime tutamaz olmuştum verdiğin sözleri,ve artık öylesine aynıydı ki her şey artık gözlerime indirdiğin darbeler yakmıyordu bedenimi.Sana bakarken seni göremez olmuştum,uçarcasına dansediyordum ben yıldızın birinde ve sen sessizce yaktığın ruhunu söndürüyordun ay da bir kraterin dibine.Şimdi huzura koşuyorum beni boğduğun kan göllerinin arasından,ve umacak nedenlerim var artık beni öldürdüğün bu hayata dair.Çaldım kedinin gözlerini,artık mühürleyemeyeceksin gözlerime dokunduğun bedenleri.Artık hiç bir şeye ihtiyacım yok kendimden başka,artık hiç bir yol kabul etmeyecek beni kendimden başka.
Ben hala dansediyorum yıldızların arasında uçarcasına,inanırmısın,hala ağlayabiliyorum hala sevebiliyorum.Köreltsende tırnaklarımı hala hissedebiliyorum.Korkuluğun hayata döndü bebeğim.Korkuluğuna sensizliği armağan etti Oz Büyücüsü.Bıraktım ellerini,çıktım beni öldüren kanatlarının arasından,ne kadar da ironik değil mi?Ruhumu öldüren sendin ve öylesine bir kaçış içerisindeydim ki senden, benden başka kimse yeni bir ruh yaratamazdı dökülen tenimin içerisinden.

Saçlarını alıp gidebilirsin kalbimin odacıklarından.
Artık özgürüm.Yokluğun yalnızca özgürlüğümü geri getirdi bana.Yokettim boynuma sardığın ipleri..Ve ben umacağım senin için, ve senin için yakaracağım geceye,umarım huzura kavuşursun,umarım bir gün gerçekten sen de özgürlüğüne kavuşursun benim gibi..Sonsuza dek,sonsuz huzura..özgürlüğe..
* Gözlerini kapatıp uçarken Harikalar Diyarımıza sonsuzluğa kaybettiğin mutluluğunu bulman dileğiyle..
.
Daisy.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Sorular varmış..

Birbirine geç kalmış insanlarla dolu nefes aldığım bu yer.Ben de geç kalmışım kendime,ya da bir şeylere,bilmiyorum.Yeni bir şeyler yaratmak zordur elbet,yeni bir aşk yaratamazsın,yeni bir şehir bulamazsın,yeni bir ruh biçemezsin zorla sığdırıldığın bedenine.İşte öyle saçma sapan düşlerde geç kalmışım ben de kendime.Hani derler ya,birbirlerine geç kalan insanlar bir gün birbirlerini bulur elbet,ne kadar doğru zamandır peki?Hangi düşler kesiştirir insanların yollarını.Kırpıp kırpıp yapıştırdığımız aşklarımızdan mı oluştururuz yeni sevgiler,kirli kanlarımızdan mı elbise dikeriz birer birer kalplerimize?Kırılan duygularımızı yeni insanlar mı tamir eder?Ya unutamadıklarımız?Onlar bizi hatırlıyorlar mıdır yağmur yağarken,rüzgar eserken,mevsimler değişirken?Ellerimiz kimlerin elini tutmayı bekler biz yalnızlıktan diz çökmüşken?Kolay mıdır..Değildir elbet,değildir başka yüzlerde alışık olduğumuz gözleri aramak.Artık imkansız olduğunu bildiğimiz tadları aramak farklı dudaklarda.
Peki,İmkansızlıklar mıdır bizi ayakta tutan?
ha?

Ay Günlüğünden Alıntılar.


Geçmişten Gelenler.