Lunar Eclipse

Ay'ın Karanlık Yüzündekiler.

5 Ocak 2021 Salı

6 Ocak 2021

Anın içinde olduğunu fark ettiğinde andan çıkmış mı olursun?

Kendimi farkındalığın getirdiği karın ağrısıyla, huzur verici yokluğun arasında bi yerde dans ediyormuş gibi hissediyorum düşündüğümde. Araf gibi dediğini duyabiliyorum, belki. Seni de buraya çekmek istiyorum bu yüzden şimdi sana içinde bulunduğum anı çizeceğim.

Yatağımın üzerinde bağdaş kurdum, sırtıma kırmızı bir battaniye aldım, çapraz sağımda yıldız çiziminde led ışığım yanıyor, gece lambam bu, o da kırmızı renk. Arkada Zakk Wylde çalıyor, yani kim bilir en son ne zaman dinledim. Anın içinde kalacağız ya, müdahale etmedim bıraktım çalsın dursun, bu geceden de alacağım bu demek ki dedim.  Perdelerimi açtım, bitkilerime zarar vermeden, dışarıda yılın ilk sisli gecesi var. Öyle bir sis ki yerlere kadar inmiş. Gökyüzü de bir o kadar açık, yıldızları tertemiz görebiliyorum. Böylesine yumuşak bi gecenin içinden öylesine dikenli bir düşünce seliyle geçiyorum ki, bu zıtlığın içerisinden kalbimi söküp alabilirsin. Bunları yazarken göz ucuyla dışarıyı izliyorum. Sanki mucizevi bir şeye şahit olacakmışım ve bütün sıkıntım geçecekmiş gibi. Bunu binlerce kez söylemiş olabilirim biliyorsun, geceye ve gökyüzüne bakmak kadar bu hayatta beni hiçbi şey huzurlu hissettiremedi.

Şu son 6 ayı düşünürken buraya geldim. Buraya genelde hep çok kötü olduğumda geliyorum galiba. İlginç olan, bu sefer kötü görünmemem dışardan. Kendimi en baştan, hiç görmediğim bir gözden, yeniden tanıyorum galiba. Bununla başa çıkma yöntemlerimden de pek emin değilim. Deniz gittikten sonra hayatımda çok şey değişti. Korkunç büyüklükte hatalar yaptım. Yani hata yapmaya da alışığım da, bu kadar büyüklerini de yapmamayı kendimden beklemek hakkım olmalı artık ya. 30 yaşına geldim, biraz bi şeyler öğrenmiş olmalıyım. Eğer öğrenemediysem şu kadar zaman, hayatta olmamın da pek bi anlamı yok demektir zaten. Çok sancılı bir süreç bu, sürekli omzumun üzerinden geriye doğru bakmak istiyorum. Bana geçmişi hatırlatan herkesi hayatımdan çıkarma eğilimi içerisindeyim. En mutsuz günlerim bile en mutlu günlerimdi. İnsanlardan neden bu kadar nefret ediyorum? 30 yaşındayım -demiştim, ama hala 18 yaşında gibi bir öfke taşıyorum. Geçmiyor. Artık nedenlerinin çokça farkındayım, bundan beş yıl önce yazıyor olsaydım bunları "Neden ben?" falan diye ağlıyordum tahminen. Kendime verebileceğim en iyi haber bu artık sanırım. Tebrikler yavrum, artık hepsinin nedenlerini biliyorsun.

Nefes al, nefes ver. Anın içindesin, süzülüp duruyorsun. Kalbin çok hızlı atıyor, yüzün uyuşuyor, zihnin bulanık ve konuşamıyorsun biliyorum. Nefes al, nefes ver. Ölmüyorsun. Sadece zihnin kendini anın dışında bir yerlerde, belki bir aslan belki de yırtıcı bir yaratıkla -artık hangisini hayal edersen- karşılaşmış olduğunu düşünüyor. Kimyan bozuk belki ama 30 yaşında ilk kez kendinsin. Tüm öfken, tüm mutsuzluğunla. Hepsinin nedenini biliyorsun artık. Ancak bir yerde hakkımı da vermeliyim, çok sevgi doluydum eskiden. Sonra saklamayı öğrendim, herkesten. Hala böyle yazmak garip hissettiriyor. Birini sevebilmek, birinin beni sevebilmesi çok zor hatta imkansızmış gibi. Konusu da açılmışken söyleyeyim, hayatım boyunca bir kez bile gerçekten sevildiğime inanmadım. Bu fikri kabullenmek o kadar uzun ve zorlu oldu ki. Olay sevilmemek değildi olay sevilsem bile bunu hissedememekti. Beni sevmesini istediğim çok az insan oldu. Onların da bi kısmı beni hiç sevmedi, bir kısmı da sevdi ben inanamadım. Çok az insan tarafından seviliyorum sanırım. Ben de çok az insanı severim. Verdiğin kadarını alırsın saçmalıklarıyla üzerimdeki hafifliğin yarısını buraya atabilirim ama bu varolan gerçekliğimi değiştirmez. Şimdi düşünüyorum da, gün geçtikçe silikleşip yok olan bir önem arz ediyor artık tüm bunlar. Kendime hissettiğim duygular dışında insanların beni nereye oturttuklarının ne önemi var? Battaniyeyi başıma çekip tüm dünyayla bağımı kestiğimde geriye benden başka kim kalıyor? Artık hiçbir önemi yok. Şöyle geriye çekilip baktığımda verilecek çok az sevgi ve çok az zamanım var. Olsun. Anın içindeyim ve tamamen kendimim artık. 

Üzdüğüm herkesten özür dilemek isterdim ama artık bunun bir önemi yok, çünkü ben o insan değilim. Beni üzen kimse benden özür dilemeyecek bu fikirle de barışığım artık. Dünya hiçbir zaman hayal ettiğim o yer olmayacak. Adalet yerini bulmayacak. Nefes al, nefes ver. Anın içinde kal. Hepsi geçecek. Daha kötüleri de gelecek, onlar da geçecek. Ta ki anın içinde kaybolup gidene kadar, yok olana kadar. Hepsi. Gelecek ve gidecek.

27 Mart 2020 Cuma

Taranmış saçlar

Sen çok iyi biriydin. Özür dilerim. Böyle olsun hiç istemedim. Hiç. Keşke sana anlatabilsem neler olduğunu. İnsanlar hep değişti ama geceler aynı kaldı. Hoşçakal.

13 Mart 2019 Çarşamba

Yıllar sonra aynı his.

Hiç bu kadar uzun süre ara vermemiştim sanırım.
Son 2 yıldır kaçma kovalamacalarım o kadar belirgin bir hal aldı ki, yazarak yüzleşmek konusunda bilinçsiz bir engelleme halindeydim kendimi. Şimdiyse burdayım. Bir anda gelen bir dürtüyle.

Nereden başlasam ki? 
Geçmişten bahsedip durmak iki yüzlülük gibi geliyor bana artık. Nostalji zehirli bir çiçek. Güzel görünüyor evet, ancak yavaş yavaş damarlarından geçip seni ele geçirdiğinde çok geç oluyor her şey için. Ne yaşandıysa yaşandı, ne bittiyse bitti. Zordu ama eğitti, öğretti. Çok yoruldum. Daha güçlü ayağa kalktığımı iddia eden herkes cehenneme gitsin, çok zordu. Ama buradayım işte. Yaşıyorum. 

 Biliyor musun, o işler öyle değilmiş ya. İnsanın kendi kendini sabote etmesi ne kadar da kolay değil mi? Hissettiklerimizi zorla etiketleyerek kendimize çelme takmak ne kadar da kolay? Halbuki çevrende her şey hızla ilerlerken oturup soluklansaydın, bir kez olsun etrafa bakmayı deneseydin böyle olmayacaktı. İnsanız ya hepimiz, defolu olmanın şanından herhalde bu da. Sağlık olsun. Biraz bakıp görebilseydim bunlar olmayacaktı. Ne demiştik, sağlık olsun.


G.

15 Haziran 2017 Perşembe

Wait.

                                                     

                                                                                Ezilmiş bir kola kutusu gibiyim.

         
                                                                                                     Sana gelsin.


****

I'll keep buildin' 'til I die.

****


.

29 Mart 2017 Çarşamba

Today's Song.

.

20 Mart 2017 Pazartesi

Okyanusun altında nefes almak gibi.

Hiç kimseye, hiçbir şeye ve hiçbir yere ait olamama ve ait görememe ne zor ve aslında ne kolay. Aidiyet duygusu çok aydınlıkmış içinden çıktığımda anlamıştım yıllar önce. Şimdiyse yalnızca süzülüyorum. Hani ağır çekim düşerken hissettiğin saçmasapan bi his vardır ya.
Kötüdür ama huzur verir.
Ondan.

.

19 Mart 2017 Pazar

Circle.

Gece olduğu zaman, tüm karakterimi çıkarıp bir köşeye asıyorum. Gerçek benliğimi giyiniyorum sonra, sanki bu çok doğal birşeymiş gibi. Yıpranmış, dikişleri patlamış ama rahat hissettiriyor. Rahatsızlığın rahat hissettirdiği can yakıcı bir alışkanlık gibi. Her gündüz, kimliğimi yakan bir parmak izi gibi kaplıyor ruhumun dip köşelerini. Halbuki alışmam gerekirdi, ama alışmaktan çok uzaktayım şimdi. Oysa, bir yerlere ait olamayan, gittiği her yeri evi yapmaya çalışan, ama asla bunu başaramayan her yürüyen et gibi bunu kabullenmiş olmam gerekirdi.
Aynı çemberin üzerinden 27 yıldır geçiyorum, asla kapanmayacağını, tamamlanmayacağını bile bile.
Arıyorum, ama artık ne aradığımı bile bilmiyorum.


.

20 Şubat 2017 Pazartesi

What's wrong with me?

Bu soruyu kendime uzun yıllardır düzenli olarak soruyorum esasen. Neden böyleyim? Neden diğer insanlar gibi hayatıma "normal" problemlerle devam edemiyorum? Neden bitmek tükenmek bilmeyen sinir problemlerim var?
Hayatımda olup biten, karşılaştığım her şeyi yarınlar yokmuşcasına ciddiye almakla ünlüyüm. Sürekli beynime takılıp sağa sola çekiştiren olayları büyütüp kocaman simsiyah bir balon haline getirip gittiğim her yere taşıyorum. Yapabildiğim en iyi şey buymuş gibi.

Dönüp aynada kendime baktığımda, biraz rahatlayamadığım sürece bu böyle devam edecek diyorum. "Let it go" diyorum. Diğerleri gibi hayatı ciddiye alma bu kadar. Hiçbir şey senden önemli değil. Siktir git, bok önemli değil. Sürekli kendimi ikna etmeye çalışıyorum sanki buna ihtiyacım var gibi. Fikirler zihne bir kere yapıştı mı, dünya yansa değiştiremezsin. Malum, her şey kişinin kendi zihninde olup bitiyor. Kendine açtığın savaşı kazanma düşüncesi ne kadar gerçekçi olabilir ki?

İnsanlarla "insani" diyalog sürdürmek gün geçtikçe zor olmaya başladı. Çok konuşup hiç bir şey anlatmamaya aynen devam. Bırak insanlar seni salak zannetsin. Kendiliğinden gelişen, doğal bir insansavar gibi hissediyorum kendimi, bunu başaramadığım zamanlarsa iflah olmaz bir yaban gibi davranıyorum.
Kendimi göstermek istemiyorum. Dışarıdan hep öyle görünse de hiç bir zaman da bunu sevmedim. Belki bir iki denemişliğim olabilir, daha sonrasında yaşadığım uzun uzadıya pişmanlıklar zincirleme hata yapmamı sağladı yalnızca. Çok göz önünde bulunmak daha fazla saklayabilirmiş beni gibi hissetmiştim sadece. YANLIŞ HAMLELER. Yalnız yaşadığımız pişmanlıklar bir çamur gibi şekillendiriyor zihnimizi. Benim zihnim kendi içerisinde hala akışkan olsa da, dışarıya açılamayacak kadar taşlaştı artık. 950 tane ayrı karakterim var. Seç beğen al, kişiye özel. Maalesef tek bir defoya sahipler. Genel olarak insanları sevmiyorlar.

Hissettiğim öfke elle tutulabilir, koklanabilir, dokunulabilir düzeyde. Artık neye öfkeliyim onu da bilmiyorum. Yaşadığım her an, çevreme dokunduğum her an genişleyebilir hale dönüşüyorlar sadece. Uzak duruyorum, yakın görünsem de, her gün biraz daha uzaklaşıyorum çevremden. Eskisi gibi gülüyorum, konuşuyorum, eğleniyorum -ya da öyle mi görünüyorum?- sadece kafamın üzerinde dönen bir öfke bulutuyla zihinsel açıdan uzaklaşmaya devam ediyorum. Belki de hayatlarına dokunduğum insanlar için en iyisi budur. Ellerini bırakmadığım bir iki kişi var, dahası da olmasın, eksik kalsın.

4 Haziran 2016 Cumartesi

You punched me right in the heart.

Yüzüme yediğim yumruğun etkisiyle yere savruldum.
Ağzımın kenarına bulaşan kan, gülümsememe karıştı. Toprağa bulanmış üstüm, geceyarısına karışmış, yırtılmış avuçlarım. Olduğun yerden doğrul, "KALK", tekrar. Ayağa kalkmaya çalışmak eskisi kadar zorlamıyordu artık. Buna alışıktım. Yere düş, kalk, tekrar düş, daha çok düş, sürekli düş. Ne kadar devam edecekti bu düşmeler? Daha ne kadar sabitleşebilirdim kendi evrenimin merkezinde? Belki de olduğum yerden kalkmamam gerekiyordu. Ne kadar çaba gösterirsem o kadar düşüyordum sanki. Aldığım bu darbeler bedenimi bin yıllık meşe ağaçlarına dönüştürmüştü işte. Hissizlikten ölüyordum. Kabuğumda açılan derin yarıklardan artık kaybolmaya yüz tutmuş bir bekleyiş sızıyordu. Ölüyordum.

Gözlerimi tekrar açtığımda, kaburgalarıma yediğim o sert tekme ile havada süzülüyordum. Hiç bir zaman sakince yere düşen bir insan olamamıştım zaten. Artık insanlıktan anlayışın ne ise. Bu benim tarzım değildi. Hep, ama hep en kanlısı, an acılısı olmak zorundaydı. Bu benim için yaratılmış özel bir muameleydi. Göğüs kafesimin ardında hissettiğim acı artık oraya yerleşmişti. Geçmiyordu. Sürekli yanan ve sürekli renk değiştiren soğuk bir yangına dönüşmüştü. Varlığına alıştığım bir yaratık gibiydi. Zamanla büyüttüğüm, değiştirdiğim, geliştirdiğim bir canavar gibiydi. Hep oradaydı. Sessizce oturup gözlerimin ta içine bakan bir canavardı o. Ara sıra aptallıklarıma bakıp küçümseyici bir dudak kıvrımı yolluyordu gözbebeklerimin derinlerine. Göğüs kafesim yanıyordu. Doğrulmaya çalışıyordum. "KALK", kimsenin bana bunu demesine gerek yoktu. Biliyordum, kalkacaktım.

Parçalanan dizlerimden destek alıp güçlükle olduğum yerde doğruldum. Yüzüme dağılan kanı silmeye gücüm yok. Sıradaki hamle bende şimdi, ne yapacağım? Vuracak mıyım tekrar? Görmezden gelip, hiçbir şey olmamış gibi geçip gidecek miyim yanından? Kırılan gururumu yalnızca bu çirkin savaşın ateşinin soğutabileceğine inanmıştım bir zamanlar. Oysa şimdi bitmesi için, bunları hiç yaşamamış olabilmek için ölebilirdim.

Yüzümü gecenin serinliğine dayayıp asla gelmeyecek olan o son hamleyi bekliyorum. Bu savaşın aramızdaki tek bağ olduğunu bilerek beklediğim gibi. Belki de bu yüzden hala pes etmiyordum. Sana ne yaptıysam, bana aynısını yapacaktın biliyordum. Bana ne yaparsan, aynısını sana yapacaktım, biliyorum. Ama artık istemiyorum.

Hissizliğimin arasından keskin bir acı kaplıyor zihnimi. Artık kaçmak yok. Karşılık yok. Oyunlar, "belki" içeren bekleyişler, hiçbir şey yok. Gelecek tüm hamlelere hazırlıklıyım. Son bir hamle ile kalbimin üzerindeki tüm o ağırlık yok olacak. İşin kötüsü, ardımda bıraktığım bu dev enkaz gibi, bu kurtuluşu da yine sen müjdeleyeceksin, biliyorum.



18 Mayıs 2016 Çarşamba

Hold On.

Dolunay var.

Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıyorum, işte orada, siyah bir leke gibi yayılan gecenin içerisinden gözlerime doluyor. 


Masadan kahkaha sesleri yükseliyor.

Bu sahneyi çok iyi tanıyorum. Ne yapacağımı ya da ne hissedeceğimi bilmem gerekirdi, komik, çünkü artık kendime dair çok az şey biliyorum. Oturduğum yerden etrafa gülümsüyorum oysa gerçekten güldüğüm bile söylenemez. Ayna karşısında iyi çalışılmış kötü bir oyunculuğun eseri gibi yüzüme yerleşmiş bu yabancı kasılma. Sen olsan bunu görebilirdin, biliyorum. Ama onlar farketmiyor.  Kimse derinin altında duran "şey" ile ilgilenmiyor. Gülümsemeni ve ortama uyum sağlamanı bekliyorlar. Bu kolay, bu en kolayı. Göğüs kafesimin içine yerleşmiş bıçağın döndüğünü hissediyorum. Gülümsüyorum. Tek kaçış noktam bu. Sanki çok eğleniyormuşsun gibi davran ve kimsenin sana bir soru sormasına izin verme. İçimde büyüttüğüm canavar sessizce gözlerimin içine bakıyor. Masadaki herkes kadeh kaldırıyor. Neye içiyoruz? Bilmiyorum. Salak bir dans şarkısı çalıyor, ona eşlik ediyorum, gülümsüyorum ve kadehimi kaldırıyorum. Bıçak dönmeye devam ediyor.

Neredesin? Göremiyorum seni. Orada olmana ihtiyacım var. Canımı acıtsada, varlığın, içimde açılan kara deliği yavaşlatmaya yetiyor. Etrafımdaki bu kadar insanla hayatta kalamayacağımı hissediyorum. Gözlerimi kapatıp bir süreliğine yalnızlığımın karanlık ve rutubet kokan köşelerine kıvrılıyorum. Biri dürtüyor. Gülümsüyorum. 


Bir sigara yakıp etrafı izliyorum. Rüyayla gerçeklik arasındaki o delilik anı gibi, damarlarımda akan sıcaklığın alkolle karıştığını hissediyorum. Herşey o kadar gerçek ki, bu kadar gerçeklik ruhumu kazıyor. Her yıl biraz daha yaşlanmış ve biraz daha değişmiş. Senede bir kez tanıklık ediyorum yaşamının görünür kısmına. Nasılsın? Ben iyi değilim, bir türlü olamadım. Çabalamayı da bıraktım artık. Nehirin başında bekleyen kayıkçı bizi toplayana kadar da bu böyle olacak herhalde. Sen olsaydın ne olurdu bilmiyorum. İhtimallerin ucunu bırakalı çok oldu. Kendi sarhoşluğumun içerisinde oldukça ayık bir biçimde etrafı izliyorum. Birileri adımı sesleniyor


Gözlerimin dikildiği yerde iki ayakkabı beliriyor. Bu yürüyüşü tanıyorum. Bu yürüyüşü nerde olsa tanırım. Bundan tam dört yıl önce olduğu gibi. O dolunay gecesinde olduğu gibi.


Kafamı kaldırıyorum. İşte oradasın, gözlerim gözlerini buluyor. Milyonlarca soru soruyorum gözbebeklerine. Bakıyorsun, beni duymuyorsun. Geçip gidiyorsun. An bitiyor.  O aptal şarkı çalmaya başlıyor, birileri beni oturduğum yerde dansettiriyor. İçimdeki bıçak dönüyor.. dönüyor..




* Yalnızca bir saniye sürdü.

Kafasını kaldırdı, gözlerinin içine baktı.
Tüm zaman havada asılı kaldı.
Kanının damarlarında akışı yankılandı vücudunun dilinde.

Bundan dört yıl öncesi gibiydi sanki.
O gece ikisi de ayaktaydı,
Bu gece
O yürüyordu, kadın oturuyordu.
Nefes aldığını hissetmiyordu,
Ciğerlerini dolduruyor muydu senede iki gün,
Bir sonraki seneye varacağını bilemeden?

Kadın,sakladığı tüm hisleri
döküverdi gözbebeklerine.
Bir anlık bir tesadüfün içinden koca bir dünya yazdı kendine.
Nefret mi yansıyordu kadının varlığının derinine?
Mutsuzluk mu akıyordu adamın varlığından kadının ellerine?

Kadının gözleri anı çaldı,
diğer biriktirdiği tüm senelerin yanına iliştirdi zihninde.
Çıkarıp bakacaktı görmek istediğinde.
Çünkü anlatamazdı kimseye, yalnız kurduğu zihninde
kırılgan kulesinin, en tepesinde,
sakladığı narin bir acı gibiydi.
Kimsenin görmesini istemediği,
kimsenin anlamak istemeyeceği.

....Ve gözlerini kaçırdılar birbirlerinden
 Tüm dünya karanlık oldu,
Akmaya başlayan zaman, sahte bir nefes
Adam kayboldu karanlığın derininde
Kadın çirkin bir mutluluk maskesi altına saklandı,
Sanki hiç yaşamamış,
hiç kırılmamış,
hiç özlememiş,
hiç düşünmemiş,
Sanki bitemeyen karanlık öyküsünün bitki örtüsünde
hiç boğulmamış gibi.



*Belki bir gün, başka bir zamanda, başka bir evrende.






18 Nisan 2016 Pazartesi

There is something wrong with you.




Dalga dalga geliyordu üzerime, durduramadığım bir hızda.
Üzerime yağan devasa bir karanlık yağmurunun altında, sırtımda soğuk çimlerin bıraktığı ıslak bir sızı.
bekliyorum.
Kapalı gözlerimin altından sızan korkusu tükenmiş bir yorgunluk,
Adını koyamadığım derin bir yaranın köşesine gizlenmiş küçük bir nefes.
Siyaha bulanmış gökyüzünden dudaklarıma düşen kızıl bir acı.


Dalga dalga akıyordu üzerime, durduramadığım bir hızda,
buzdan bir yangın gibi,
Ayaklarımın altından kayan dünya, parmak uçlarıma dokunan bir parça geçmiş.
sessizliğin kıvrımlarına saklanıyorum,
bekliyorum.

5 Nisan 2016 Salı

Doğum günü şarkısı için.

Bugün benim doğum günüm. 26 yaşım, zaman çabuk geçmiş.
Biliyor musun,
 Geçen yılların ağırlığı altında arkama dönüp baktığım zaman devasa bir savaş meydanından başka birşey göremiyorum. Kırdıklarım, döktüklerim, kanattıklarım. Kendime baktığımda kağıt kesiği gibi sızlatan derin izler, kuruyup kabuk tutmuş yaralar görüyorum artık. Bir yerlerde bir ışık var, bir yerlerde var, sızıyor ayak uçlarımın dibine. Yürüyorum, yolum ne kadar uzun bilmeden. O ışığa ulaşıp ulaşamayacağımı asla bilmeden yürüyorum. Geçmişimi taşıyorum sırtımda, elimde kendi kanımdan başka birşey olmadan. Savaşmaya devam, ayakta öleceğiz biliyorum.

İyi ki doğduk.
Aslında iyi ki mi?
Bilmiyorum.

19 Mart 2016 Cumartesi

*İlk bıçak

...Şimdi üçüncü sınıf korku filmlerinden fırlamış boktan bir duygusal fırtınanın ortasındayım, ve kendime hala sen, "sen" olduğun için baştan başlayamadığımı anlatamıyorum. Çünkü sen artık, sessizliklerimde koruduğum güzel bir anıt oldun benim için. Ne garip, sanki kangrenim gibiydin.
Vücudumun bir parçası olsan da beni zehirleyen bir şey gibiydin. Uymuyordun, uyamıyordun belki ama sen aynaya baktığımda gördüğüm gibiydin.
Formunu kaybettiği için asla eski yerine oturamayan, oturamayacak olan kayıp parçam gibi.. 
Her neyse, şimdi yoksun, artık yoksun, olmayacaksın da.
Bitecek biliyorum, bir şekilde bitecek.
Gene de, yine de, nasıl dersen de,
Keşke o yazıyı okusaydım..




20 Şubat 2016 Cumartesi

Ruhumu rahat bırakın.

Birini özlemek, sözlük anlamından öte, boğazımdan aşağı dolan karanlığın ciğerlerimi yakması gibi artık köhne hücremde. Nefes boruna saldıran asit gibi hissediyor musun sende birini özleyince? Sesini bile hatırlamadığın, tanımadığın birini özlemek nasıl bir aklın ürünü sence? Peki ya saplantıların? Kimseye bahsetmeden, saklayarak -yalnızca kendine saklayarak- bir insanı en fazla kaç yıl biriktirebilirsin zihninin çarpmaktan köşesini yitirmiş derinliklerinde? Nasıl ondan nefret ediyormuş gibi davranabilirsin? Bir insan için en fazla kaç yıl susarak "acaba" diyebilirsin? Bekleme. Biriktirme. Kaç. Koş lanet olası. Arkana bakmadan kaç yoksa gölgeler gibi uzayan o iki el ayak bileklerine yapışıp bırakmayacak. Kendi kendini esir edeceksin. Arkadaşlarının aslında arkadaş olmadığını bileceksin. Etrafındaki herkesin mutlu taklidi yaptığını görecek ve her yıl bedeninden daha çok yaşlanacaksın. Özlediklerinin mutluluğunu izleyeceksin, kendi iğrenç dramalarında boğulacaksın. Bitiremediğin ergenliğinin dip köşelerinde ağ öreceksin kalbine. Sonra gelip buraya yazacaksın işte. Çünkü bu boktan düzenin işleme gereği bu olacak. Herkes aynı şeylerden bahsederken sen bambaşka bir dünyada geziyor olacaksın. Çünkü ruhunu rahat bırakmayacaklar. Çünkü seni bırakmayacaklar, kontrolsüzce gelişen olayların ortasında bulacaksın kendini ve hiç birşey yapamayacaksın. Çünkü - aynen şuanda olduğu gibi - hiçbirşey için hakkın olmayacak. Sen gene sabredecek, susacak ve tüm bu saçmalıkların bitmesi için bekleyeceksin..

19 Şubat 2016 Cuma

Teenage Mutant Ninja Turtles

İnsanları seviyor gibi görünmek bu kadar zor olmamalı. Bencilliğinizden, yalanlarınızdan, boktan meselelere hayati önem yüklemenizden midem bulanıyor. Korkaklığınızdan, beni tanıdığınızı zannetmenizden, yerime kararlar almanızdan nefret ediyorum. Hata yapma lüksümü elimden aldığınız için sizden nefret ediyorum. Hepinizden teker teker, bütün kalbimin siyahlığıyla birlikte nefret ediyorum. Benim gelişim bu, çünkü lanet olası bu toprağa, buraya bunun için geldim. Siktiğimin dünyasında bunun için varım, çünkü ne zaman masum bir şey yakaladığımı sansam ellerimde ölüyor. Yalanlarınızı sikeyim. Şekilciliğinizi de ayrı sikeyim çünkü siz ancak buna layıksınız. Ruhunuzun gölgelerinde boğulacaksınız. Boğulacaksınız ve ben karşısınızda güleceğim. Sizin için tutulacak bir yas olmayacak, sizin için sevgi olmayacak, zihninizde akan mutlu anılar olmayacak. Bu bok lanet çukurunda ince olmaya çalışmak ne kadar zor. İyi olmak ne kadar zor. Sevmek ne kadar zor. Yas tutmak, unutmak, hiç olmamış gibi yaşamak ne kadar da zor. Üç kuruş için ruhunu satanları görerek insan olmaya çabalamak ne zor. Hiç birşeyi hatırlamıyormuş gibi davranırken tüm saniyeleri ezbere hafızaya kazımak ne zor. Gün gelecek avuçlarımdaki yara izleri gibi olacaksınız ve o zaman göğüs kafesimden taşan katran gökyüzüne ulaşacak..

November,4

5 yıl oldu.
Yoksa 6 mı?

26 Aralık 2015 Cumartesi

Flashback

         Bir Dolunay gecesi yazıyorum sana bunları, kaç sene geçti üzerinden, kaç saat aktı ellerimizden bilmiyorum. Sayamadığım zamanlar hafızamdan kayıp gidiyor, aynı paylaşamadığımız tüm anılar gibi. Biliyor musun, önce ses tonunu unuttum, sesini hatırlamıyorum. Nasıldı? Hızlı konuşuyordun sanki, tiz miydi yoksa kalbimin üzerindeki kaya gibi ağır mıydı acaba, yalnızca kullandığın kelimelerin acısı kalmış damağımda. Parfüm sıkar mıydın? Havada asılı kalıyor muydu tüm benliğin yaşayamadıklarımızın yanında? Geceleri mi yazardın sen de benim gibi, karanlıkta bir tane sigara yakarak? En sevdiğin yemek neydi? Keskin bir baharat kokusu kalmış sanki beynimin kıvrımlarında. Hangi şarkıları, hangi oyunları severdin? Hangi filmde kendini izlerdin? Sen de benim gibi eldivenler mi takardın, kalbindeki kesiği andıran? Hangi rengi severdin? simsiyahtı ardında bıraktığın gölgeler. Dev bir karanlıktı gözlerime yapışan eller. Bir kara delik gibi büyürdü bakışların, güler miydin hiç? Seni hiç gülerken görmedim. Ben seni gülerken hiç görmedim. Sen de benim gibi yalnızlığı mı severdin? Hangi mevsimi ev bilmiştin kendine? Bir kaç yaprak ve yağmur damlası düşüyor zihnime. Korkuların var mıydı, yoksa huzuru karanlık bir odanın köşesinde mi bulmuştun? Bilmiyorum. Ben seni hiç tanımadım, seni hiç tanımadım. Sana dair bir tane düş bile yok zihnimde. Zihnimin herhangi bir köşesine oturtamadım yüzünü hiç. Sanki hiç varolmamışsın, sanki yansımamı sen sanmışım gibi. Şimdi, karşılaştığımız o dolunay gecesindeki gibi, yalnızca hatırlamak istedim seni.
 Kendine iyi bak, mutlu ol.

7 Nisan 2015 Salı

B'day







8 Aydır buralara yazmaktan korkuyorum. Kaçıyorum, sanki birisi tutup peşimden yakalayacakmış, sanki durursam düşecek ve kalkamayacakmışım gibi. Daha iyiyim ama, iyiden anlayışınız neyse o. Sanırım karanlıktan çekiniyorum. Korkmak gibi bir şey değil bu, daha çok tekrar ayağımın takılıp o karanlık büyünün içine yuvarlanmasını istemiyorum.

İnsanın kaderinde var ama, herkes bir gün başladığı yere döner. Hiç bir şeyi unutmuş değilim - hala -
Kendimi hazır hissettiğim zaman tekrar döneceğim buralara.

1 yılı daha devirdik. Siz 207 kişi olmuşsunuz ben ise 25 oldum. İyi ki doğduk, iyi ki varsınız.

Sizi Seviyorum.


05/04/1990





28 Eylül 2013 Cumartesi

Time.


" I've never told this to anyone. I've just tried to move past, but lately it seems that my insecurities have got the best of me and I'm no longer in control. No one should ever have to feel like this, to feel like me. Even though the good I have outweighs the bad, the bad is what's leaving me with sleepless nights. I spend most of my time arguing with my own reflection for no apparent reason and it may seem as if I have all the answers, but I'm just as lost as you. I've spend the past few years trying to overcome my own misery, but these sort of things take time, and I'm running out of mine. So I will pray to a God that isn't there, to a world that doesn't hear, to anyone who will listen, to keep me from becoming everything I promised myself that I would never be. I do not deserve this. "

22 Nisan 2013 Pazartesi

Masal

Ben dünyamı kaybederken,elimdeki şişenin dibinde,
dışarda bir masumiyet can çekişiyordu,
terli insanların sarhoş seslerinde.
ve ben ne vakit gözlerimi kaçırsam senin evreninde,
bir aşk ölüyordu,
başka bir kadının 
ellerinde.

27 Mart 2013 Çarşamba

Back down to earth.

Ne zaman aç olsam, daha aç birini görürüm - duygularını benimle doyuracak
ve ne zaman sarhoş olsam her zaman daha ayıktır baktığım gözler.
Ben ne zaman ağlasam,çat kapı yüzlerle karşılaşırım
içimde tuzu kalmış bir yığın insan.
Ne zaman yürüsem, daha bir yabancılaşır kaldırımlar,
ezbere bildiğim sokaklar çıkmaz yol olur
karanlığın kucağı gözlerimi örter.
Ne zaman bir müzik duysam,hep başka acıların izleridir
hiç biri benim olamayacak kadar güzel,
havada süzülüp dağılan birer ölü buluttur.
Ben ne zaman uçmak istesem,başka bir dünyaya
kollarımdan tutar bırakmazlar beni
hiç bir yere aitsin derler,sen hiç bir yerin toprağısın.
ve ne zaman canım acısa,sevinir birileri
Ne zaman mutlu olsam,bir yerde birileri ölür
bir sevdiğim gider ellerimden,bir yıldız daha kayar
öptüğüm geceden kan gelir.

Ve ben birini ne zaman sevsem,
hiç biri benim olmaz,
hiç biri beni sevmez
tüm güzellikleriyle bir yüz olur,
bir yığın insan
bir taş kaldırım
bir çıkmaz yol
hiç biri benim olamayacak kadar güzel
bir bulut,
bir diyarın toprağı,
bir yıldız,
bir ölü..


20 Mart 2013 Çarşamba

Eclipse

İstemsizce ellerine bulaşan rüyalarında
Bir an oluşur
gözlerinin derinliklerinde takılmış
yapışır yakana,elleri boğazında iki parmak iz,
dalarsın derinliklerine
nefesin çelik olur
kesikler içinde bırakır dudak izlerini,
sen gelmezsin bilirim
ama
gidemezsin de karakutusundan,
bu
ölüm uykusuna yatmış
porselenden
bir ucu kırık,kalpsiz bedenin.

26 Şubat 2013 Salı

4 Kasım 2011

...Kalabalık.

Kalabalığın içine karışmış sesler.
Renkleri iç içe geçmiş çürük insan suratları.
Konuşmalar,kulağımdan girip beynimi kemiren küçük bir böcek sürüsü gibi. Elimde parmaklarımı yakmakta olan bir izmarit ve yarısı içilmiş biranın ağzında dağılan kırmızı rujun ıslak izi.
Küçük bir insan çemberinin ortasında durmaktayım öylece,bir şeyler anlatan dudakları izleyip ayna karşısında çalıştığım çirkin gülüşümle onları desteklemem gerekiyor bugün. Her gün olduğu gibi.
Acemice fönlediğim saçlarım, özensiz makyajım ve ayağımı sıkan topuklu botlar. Ne kadar eğretiyim kendime.Ne işim var burada? Neden böyle giyindim? Nasıl böyle olabildim? Kahretsin, ne dedi şimdi bu? Umarım soru sormamıştır, gül ve bitir. çabuk ol. çabuk öl.

Sanırım yağmur yağacak.

Kalabalığın içinde yalnız olmayı ne denli unutmuşum. Tüm olup bitene artan ilgisizliğim, yeni bir sigaranın ucunda sallanmakta. Konuşmalar artıyor, boğulmak üzere herhangi bir boşluğu tararken gözlerim, yaklaşan iki siyah bot. İki karanlık gölge parçası ve eller. Eller. Elleri büyüyor.
Çakmağın ince çıtırtısı, parlayan bir alev ve ışık dolan bir çift göz. tüm belleğimde büyüyen,yayılan,aynanın aksine dağılıp uzayan lekelenmiş gözler.
An, alev alıp çevreme dolanırken, insanlar kayboluyor,sesler koyu bir uğultu, karanlığın içinde hareket eden eller,gözler.
kalbime saplanan zaman. ellerime akan koyu kırmızı bir korku,bir aşk. bir..


17 Ekim 2012 Çarşamba

Forgotten Hopes

Dokunduğun her şeyi öldürmesen, bu kadar sevmezdim seni.
ve Sonbahar a benzemesen.
hem
çürük çiçekler aklıma takılıyor seni gördükçe, çamura boğulmuş havuzlar,
karanlığa yağan bir yağmur gibi.
diyorum ya,bu kadar boğulmasan sevmezdim seni.
Yokluğunun tozlu izleri zihni işgal ederken
ne zordur,
sessizliğinde yüzmek bu deli gezegenin
tırpanlarında ölü düşler bilemek..
bekleyişlerine yeni hüzünler yazmak.
Bu denli gri olmasan sevmezdim seni.
Siyah a bulanmış bir parça çocukluk
ve karmakarışık bir valizin ardında sürüklediği geçmiş.
Taşınan ruhlar artık çok uzakta
bekleyenlere ne yazık.
Ne yazık, toprağa doğurduğumuz buzdan aşklarımızı çürüten geçmişlere.
ayaklarımıza dolanan,bir türlü geçmeyen o katran izlerine 
ne yazık.
Diyorum ya, 
simsiyah bir ateşin, küllenmeyen alevi gibi
bu kadar yanmasan sevmezdim seni.

10 Ekim 2012 Çarşamba

Acılar.

Bazen yolun tam yarısında
Dizlerim bükülüyor, zihnim gözlerimden akıyor.

Bazen, nefes alamayacak gibi,
bazen, küçücük bir kalbin, kırılmış bir parçası
yalnızlığın tam ucunda.

3 Ağustos 2012 Cuma

There is no hope.

Bu sıcakta oturup kendime sarmaktan başka yapacak bir şeyim yok. Ne acı. boktan bir döngünün içine girmiş durumdayım ve bu acınası durumu gördüğüm halde kendimi bu bataklıktan çıkarmak için hiç bir halt yapamıyorum. Hiç bir zaman kimsenin beni anlamadığını düşünmedim. Genelde anlatamadım çünkü. Ya onlar sormadılar, ya ben sustum. Bazen çok içimden gelecek oldu, dayanamadığım, herkesin içinde yok olacakmış gibi hissettiğim anlar oldu, anlatacak oldum, onların gözleri ilgisizce boşluğu tararken, dilimin ucuna gelen kelimeleri yutup sustum. Bundandır, yalnızca yazarım, çünkü hiç bir kelimenin benden bir çıkarı yok, onlar sadık sessiz şekillendiricileri bu hasta zihnimin.


İnsanların kafalarının içinde dönen uğultuları dinledim istemsizce, bazen konuşmayı unuttum, yavaş yavaş vahşileşen iç sesime uydum. Bir parçam kırılganlıktan öldü, diğer parçam kendini ormanın efendisi sanıyor şimdi. Omzumda taşıdığım bu yaşam o kadar ağır gelmeye başladı ki, anlatmayıp susmaya kurban verdiğim o kadar çok şey var ki, yavaş yavaş tüm bilincimin derimi yüzdüğünü hissediyorum artık. Yapabilseydim, Çocukluğumu silerdim zamanın tozlu köşelerinden. Bunu yapabilsem belki her şey kolay olurdu, belki tek derdim para,yeni kıyafetler ya da yeni çıkan makyaj malzemelerinin ne kadar pahalı olduğu hakkında yakınmak olurdu. Değiştiremedim bir geçmişim, yürümek zorunda olduğum belirsiz bir yol ve kafamda susturamadığım bir ton sesle beraber nefes alıyorum şimdi. Kendime olan güvenimle beraber yitirdiğim bir ton hissin arasında kalbimde yer alan o kocaman boşluğa doğru iniyorum. Değişmeyen tüm gerçekliklerle adıyorum bu yazıyı da. Karşılıksız kalmış,kalan ve kalacak tüm sevgilerime, insanların gözü dönmüş bedensel ve zihinsel sömürülerine, dünyanın artık sorgulama gereği duymadığım boktan adalet sistemine ve tanımadığım ama orada bir yerde olduğunu bildiğim 9 yaşındaki o küçük kıza.


Umarım,umarım sen benden güçlü çıkarsın,kimsenin sana dokunmasına izin vermez,vahşileşmezsin. Umarım 9 yaşında küçük bir kadın olarak yaşamına devam etmek zorunda kalmaz, sana zarar vermemeleri için daha fazla bedenini kimsenin bakmak istemeyeceği bir şekile sokmazsın.Unutma,tanımasam bile seni olduğun gibi seviyorum ben,insanların sana ne diyecekleri umurunda olmasın lütfen,kendini sev,kendini "Gerçekten" sev,babanın nereye gittiği önemli değil önemli olan ayaklarının üzerinde ne kadar sağlam durabildiğin unutma. Kimsenin seni kullanmasına izin verme küçük kız, bu çok acılı bir yol olacak,insanların iğrençliğini göreceksin,onlardan kaçma,onlara karşı durmayı öğren,kırılgan taraflarını bir kere görürlerse seni kırmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Kendini yalnızca kendine sakla, o zavallılara kendini kanıtlamak zorunda değilsin.Aşık olacaksın bazen,terk edilmelere alış şimdiden,en yakınındakiler bile yapacak bunu. hem zaten içindeki boşluğu ancak seni gerçekten seven biriyle doldurabilirsin,sevilmediğini anladığın yerde durmamayı öğren. Eğer bir gün bir karşılık görürsen sevdiğinden, lütfen korkma sevmekten,bunu söylemekten,dokunmaktan,beklemekten. Güçlü olmayı öğren, katılaşmadan, umudunu yitirmeden, korkmadan,aklını yitirmeden.


Umarım yaşadıklarımı yaşamazsın. Umarım ailen sana inanır ve bir gün bu boktan yazıyı sende yazmak zorunda kalmazsın. Umarım bana dönüşmezsin, adını bile bilmediğim küçük kız. Zaman biraz iz bıraksa da, tüm acıları flulaştırıyor yavaş yavaş inan bana.


Bir gün hiç kimse seni sevmez olursa,beni tanımasanda ben seni seviyor olacağım.
Sen yeter ki ayakta kal, yeter ki aynaya baktığında gördüğünden nefret etme,sen yeter ki bana dönüşme..


hoşçakal.

31 Mart 2012 Cumartesi

Bad Hair Day.


Aynanın karşısında dikilip dağılmış saçlarımı kesiyorum.Çıplaklığımı örtecek son parçamdı bu.Gözlerimin altı yanardağ ağızları gibi kızarıp köpürürken sakin kalmam ne derece mümkün? Her yeni aşk yeni bir korku,yeni endişeler,yeni nefessizlikler getirip bıraktı kucağıma.Artık dayanmak güç.Boğuluyorum.Göğsümün orta yerinde açılan koca bir kara delik var artık.Tüm dünyayı yutarken o, ben bir su damlasını bile yutacak işlevimi kaybediyorum.Son bir gayretle gülümsemeye çalışıp aksime " Her şey düzelecek " diyorum, " Her şey geçecek.. " Metal makasın ucundan akıp giden yıllarım parça parça yerlerde,lavabonun kenarlarına takılmış son düşüşlerini izlerken, gözlerim son körlüğünü yaşıyor.Çok uzundu bir zamanlar onlar da,çok uzun çekilen acı gecelerinin kokusunu taşırdı,şimdi omuzlarım öyle bir yanıyor ki,ne kokularına dayanabiliyorum ne de geçmişin boynumda dolanmasına..


Her an yeni bir geçmiş yaratıyor kalbimin karasında.

29 Ocak 2012 Pazar

Kuzgun Yuvası / sağa sola karalanmış notlar bütünü.




Her gece aynı sessizliğe uyanıyor gözlerim. Hiç değişmeyen, aynılığın tüm tadını koyu gri taş renklerine bulaştırmış, dışı kocaman içi küçücük bu mezarlığa uyanıyorum gene. Kalbim felcini çözebilseydi eğer kurtulabilmek için bir şansı da olurdu. Biliyordum artık, ölü şanslar ruletinde tüm kurşunlar bilinçaltımı sıvamıştı aklımın duvarlarına ve her gece aynı toprağa basan ayaklarım yolunu ezberlemiş, çürük çiçeklerim ve bileklerimle ölü kokan bu yere ait tek gerçeğimdi aklımın bu virane, bu iki acı bir çocuk telaşı duvarları. Kül yağıyordu gökyüzünün gözbebeklerinden ve ben tırnaklarımı toprağın kalbine daldırıp, mezarlığımın daimi misafirlerini göğsüme bastırıyordum teker teker.

Ruhumun dizginlenemez küçük bir ritüeliydi artık iç ölülerimle sevişme kabiliyetim. Göz yangınımı durduramıyordum iç denizimin plastikleşmiş kumsallarını aşıp. Küllere doymuş bedenlerimi gözyaşlarımla emziriyordum, yetmiyordu. Ben kanattıkça onlar daha çok kırılıyorlardı avuçlarımın içerisinde..

Kalbim, savunmasız arsızım, üzerini örttüğün cesetlerine taze mezarlar biçmekten, ruhunun gözlerini, geçmişinin akbabalarına yedirmekten vazgeç. Vazgeç ki, yeni nefesler alıp verebil ölümlü ciğerlerine.

Sen de iyi bilirsin ki, geçmişinin ölüleri yalnızca senin etinden beslenebilecek birer leş yiyicidir artık..

8 Eylül 2011 Perşembe

Ara/lık.


Kabus egemenliğinin tahtına oturup,
beklemek avucumun damarlarında gezinen geceyi.
Vakit çok erken,vakit çok geç
dikenler saran dilimde, dudaklarına bulaşan ütopik rüyalar,
hiç bir şeyin yaşanmadığı ülkeleri doğurmak,
kabuk tutmuş düş yaraları altında.
geçmiş zamanlı cümlelerin altını çıplak orospularla yakarak,
akıtmak dokunuşun katranını,kaynayarak çözülen ağıtlarına.

İç kelimelerime zincirlemesine sigaralar tutundurup,
su tadında kanamalar yarattı kalp köşemde sonsuzluk.
Tırnaklarımla kazıya kazıya,parça parça çürüterek gün doğumunu,
ölü kokan geceye adadım ben,
şah damarını kestiğim son ruhumu..

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Geceye karşı,sabaha yakın..


Çık gel..
biliyorum zor olacak,
kirpiklerinde taşıdığın ölüler düşecek avuçlarımın içine..
sorgusuz idamlar bükecek ses tellerini,
bıraktığın sessiz çığlıklar içerisinde..
Biliyorum çok zor,
eskisi gibi bakamayan bir gözbebeğini okşamak,
soluk renklerin büründüğü gülüşler yapıştırmak,kanayan dudakların üzerine..

Bak,
Kalbimden kırık,oyuncaklar yaptım bu gece,demirden bileklerine..


Bilirsin,
Özlemlerimden başka bir şey veremem,
ardında bıraktığın izde seksek oynayan kalbim ağlar,
çocuk kalmış düşlerim felç olur parmak uçlarında..
Dansettiğimiz yağmur altları uçurum olur,
düşürür içimizdeki korkuları ölü anne karınlarına..

Çık gel..
Konuşmadan..
Sessizce terkedelim üzerimize yıkılan insanları,
etrafımızda uzun karanlık ağaçlar,
belki bir yağmur başlar,ıslatır aramıza giren yangınları..
İçimizde akan sonsuz sağırlığın bir ucunda
tanıdık bir şarkı çalar,
asla hatırlayamadıklarımızdan bir kelime dizini kopar dudak kıvrımlarından..
konuşuruz istemsizce belki,ses tonunu hatırlarım,
unuttuğum düşlerime oldukça yakındı,
duyarım,
kulaklarıma akan kocaman bir boşluktur şimdi kahkahaların..

Çık gel..
Otururuz,yeşil,demirden bir bankta,
saçlarımızdan kestiğimiz kayıkları yüzdürürüz gözlerimizden akıp giden koyu renkli çayda,
uzun soluklar alıp veririz son sigaralarımızdan,
sade aşklar yaratırız,hiç yaşamadıklarımızdan..
birden bana aldığın dondurmayı düşürürüm belki,
rengarenk bir acı akar dudaklarımın arasından,
sarılırım buzdan kollarına,eriyene dek ağlarım,
kaybolurum geceye dönen beyazlığında..

Çık gel..
Söz veriyorum,
Cebimizde kalan son paradan çiçekler yaparım,hiç alamadıklarımızdan
hoşçakallarına birer şarkı söylerim,
En sevdiklerinden bir film sahnesi akar belki,yüzümüzde donan ayrılıklardan..
Yaşlı,genç,ölü bir çocuk..
Ben seni tüm rollerde sevebilirim..

Gel..
Zihnimi zımparala avuçlarındaki damarlarla,
gidişlerine şakalar biç,
unuttur tüm oyunları,
Hadi gözümü kapattım ben,sayıyorum,
100 olmadan kaç,saklan, yalanlarını sakla tüm doğrularınla..

İnandır beni,ne olur.
Bu krizler nefesimi kesiyor,ruhumun med-cezirlerinden sağ çıkamıyorum,
ayakta duramıyorum artık,bu gömüldüğüm kum fırtınalarında..

Çık gel..
Unuttur bana,ipleri kesik,boynumda iki parmak izi gibi saklanan geçmişi..
korkusuzca gözlerimizi kapar,
yeniden birer yabancı olur,
belki yeniden tanışırız,
düşer dizlerimizi kanatırız,sararmış yapraklara saklanmış çocukluğumuzda..

Hadi çık gel..
kalbimin yaralarına üfle..
hem belki sevebilirsin beni,
en unuttuğun şekilde..

Ay Günlüğünden Alıntılar.


Geçmişten Gelenler.