Ay'ın Karanlık Yüzündekiler.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Hold On.

Dolunay var.

Kafamı gökyüzüne doğru kaldırıyorum, işte orada, siyah bir leke gibi yayılan gecenin içerisinden gözlerime doluyor. 


Masadan kahkaha sesleri yükseliyor.

Bu sahneyi çok iyi tanıyorum. Ne yapacağımı ya da ne hissedeceğimi bilmem gerekirdi, komik, çünkü artık kendime dair çok az şey biliyorum. Oturduğum yerden etrafa gülümsüyorum oysa gerçekten güldüğüm bile söylenemez. Ayna karşısında iyi çalışılmış kötü bir oyunculuğun eseri gibi yüzüme yerleşmiş bu yabancı kasılma. Sen olsan bunu görebilirdin, biliyorum. Ama onlar farketmiyor.  Kimse derinin altında duran "şey" ile ilgilenmiyor. Gülümsemeni ve ortama uyum sağlamanı bekliyorlar. Bu kolay, bu en kolayı. Göğüs kafesimin içine yerleşmiş bıçağın döndüğünü hissediyorum. Gülümsüyorum. Tek kaçış noktam bu. Sanki çok eğleniyormuşsun gibi davran ve kimsenin sana bir soru sormasına izin verme. İçimde büyüttüğüm canavar sessizce gözlerimin içine bakıyor. Masadaki herkes kadeh kaldırıyor. Neye içiyoruz? Bilmiyorum. Salak bir dans şarkısı çalıyor, ona eşlik ediyorum, gülümsüyorum ve kadehimi kaldırıyorum. Bıçak dönmeye devam ediyor.

Neredesin? Göremiyorum seni. Orada olmana ihtiyacım var. Canımı acıtsada, varlığın, içimde açılan kara deliği yavaşlatmaya yetiyor. Etrafımdaki bu kadar insanla hayatta kalamayacağımı hissediyorum. Gözlerimi kapatıp bir süreliğine yalnızlığımın karanlık ve rutubet kokan köşelerine kıvrılıyorum. Biri dürtüyor. Gülümsüyorum. 


Bir sigara yakıp etrafı izliyorum. Rüyayla gerçeklik arasındaki o delilik anı gibi, damarlarımda akan sıcaklığın alkolle karıştığını hissediyorum. Herşey o kadar gerçek ki, bu kadar gerçeklik ruhumu kazıyor. Her yıl biraz daha yaşlanmış ve biraz daha değişmiş. Senede bir kez tanıklık ediyorum yaşamının görünür kısmına. Nasılsın? Ben iyi değilim, bir türlü olamadım. Çabalamayı da bıraktım artık. Nehirin başında bekleyen kayıkçı bizi toplayana kadar da bu böyle olacak herhalde. Sen olsaydın ne olurdu bilmiyorum. İhtimallerin ucunu bırakalı çok oldu. Kendi sarhoşluğumun içerisinde oldukça ayık bir biçimde etrafı izliyorum. Birileri adımı sesleniyor


Gözlerimin dikildiği yerde iki ayakkabı beliriyor. Bu yürüyüşü tanıyorum. Bu yürüyüşü nerde olsa tanırım. Bundan tam dört yıl önce olduğu gibi. O dolunay gecesinde olduğu gibi.


Kafamı kaldırıyorum. İşte oradasın, gözlerim gözlerini buluyor. Milyonlarca soru soruyorum gözbebeklerine. Bakıyorsun, beni duymuyorsun. Geçip gidiyorsun. An bitiyor.  O aptal şarkı çalmaya başlıyor, birileri beni oturduğum yerde dansettiriyor. İçimdeki bıçak dönüyor.. dönüyor..




* Yalnızca bir saniye sürdü.

Kafasını kaldırdı, gözlerinin içine baktı.
Tüm zaman havada asılı kaldı.
Kanının damarlarında akışı yankılandı vücudunun dilinde.

Bundan dört yıl öncesi gibiydi sanki.
O gece ikisi de ayaktaydı,
Bu gece
O yürüyordu, kadın oturuyordu.
Nefes aldığını hissetmiyordu,
Ciğerlerini dolduruyor muydu senede iki gün,
Bir sonraki seneye varacağını bilemeden?

Kadın,sakladığı tüm hisleri
döküverdi gözbebeklerine.
Bir anlık bir tesadüfün içinden koca bir dünya yazdı kendine.
Nefret mi yansıyordu kadının varlığının derinine?
Mutsuzluk mu akıyordu adamın varlığından kadının ellerine?

Kadının gözleri anı çaldı,
diğer biriktirdiği tüm senelerin yanına iliştirdi zihninde.
Çıkarıp bakacaktı görmek istediğinde.
Çünkü anlatamazdı kimseye, yalnız kurduğu zihninde
kırılgan kulesinin, en tepesinde,
sakladığı narin bir acı gibiydi.
Kimsenin görmesini istemediği,
kimsenin anlamak istemeyeceği.

....Ve gözlerini kaçırdılar birbirlerinden
 Tüm dünya karanlık oldu,
Akmaya başlayan zaman, sahte bir nefes
Adam kayboldu karanlığın derininde
Kadın çirkin bir mutluluk maskesi altına saklandı,
Sanki hiç yaşamamış,
hiç kırılmamış,
hiç özlememiş,
hiç düşünmemiş,
Sanki bitemeyen karanlık öyküsünün bitki örtüsünde
hiç boğulmamış gibi.



*Belki bir gün, başka bir zamanda, başka bir evrende.






Hiç yorum yok:

Ay Günlüğünden Alıntılar.


Geçmişten Gelenler.